Oyunlaştırma İçindeki Anlam Arayışımız

12 Ocak 2022 Çarşamba

Hiç yorum yok

 



Biriyle bir yıl sohbet etmek yerine; bir saat oyun oynarsanız daha iyi tanırsınız, demiş Platon. Oyun terapisi de aslında oyunlaştırmanın gizli bir kapısı. Oyun terapisiyle birlikte birçok sorunun açığa çıktığı, travmaların çözüldüğünü görüyoruz.

Oyunlaştırma kelimesinin  isim babası olarak bilinen Gabe Zichermann, “Oyunlaştırmanın %75’i psikoloji, %25’i teknolojidir” sözü de oyunlaştırmanın sosyal, duygusal gelişimimizi destekleyici olduğuna dair en iyi örneklerdendir.

                        


 

Yukarıda gösterdiğimiz  tablo Yu-kai Chou’nun Oyunlaştırmanın 8 temel duygusudur. Burada oyun oynarken başarma, anlam arayışı, güçlenme, sahiplik gibi olumlu duygular ararken, kaçınma, azlık, belirsizlik, sosyal etki gibi kavramlarda da önümüze çıkıyor. Oyun oynamanın duygularla birebir örtüştüğünü Phillip Toledono’nın oyun oynayan insanları fotoğrafladığı karelerden de anlayabiliyoruz.

Peki insanlar oyun oynamayı neden bu kadar seviyor?

“Oyunlaştırmanın özü akıştır ve akıştaki en güzel ödül, bir sonraki görevdir, diye yanıtlamış Ercan Altuğ Yılmaz.

Akış ise insanın en verimli olduğu andır. Oyunlaştırma başlı bakışına bir akış sistemidir ve bizim en önemli ödülümüz o akışta kalabilmektedir.  İçimizdeki motivasyon, dışarıdaki dışsal ödülden çok daha değerlidir. Ödülleri de içsel ve dışsal olarak 2’ye ayırıyoruz:

                       


Dışsal ve içsel motivasyondan bahsederken Nihan Kaya’nın İyi Aile Yoktur kitabında bahsettiği Psikanalist Ronald Britton’ın  ‘the other room’ (öteki oda) kavramıyla bağdaştırdım. Ronal Britton’ın en güzel oda, karşı oda; en güzel parti çağrılmadığımız parti olduğu ve o partiye çağrıldığımız takdirde de en güzel partinin yan odadaki parti olacağını söylüyor. ‘Öteki oda’ sendromu çocukluk döneminde merkezin içimizden dışa taşınmış olmasından kaynaklanıyor. Merkez olması gerektiği gibi içimizde kalsaydı, kendi benliğimizdeki motivasyon kendini dışsal etkilere bağlı kalmadan tekrarlayacaktı. İçsel motivasyon parayla satın alabileceğimiz özellikler değildir.

Huizinga Golden Circle (Sihirli Çember) ‘de ise gerçek dünyanın korkular, belirsizlikler ve birçok sorumlulukla dolu olduğunu; sihirli çemberde ise hayallerimiz, meydan okumalarımız, kendi istek ve arzularımızın olduğunu, sihirli çember ve gerçek hayat bütünleştiğinde hayattaki deneyim ve anlam arayışımızın oyunlaştırma yoluyla eyleme geçtiğini anlatıyor.

Huizinga’ya göre oyunun  gerilim ve sevinç duygusuyla alışılmış hayattan, başka türlü olmak yolunda bize eşlik ettiğini söylüyor.

Hayat bir oyun, bu uzun soluklu yolculukta umarım herkes kendi sihirli çemberini keşfedip, yolculuğunun anlam arayışını kısa süre bulur.

Devamını Oku

Babaların Çocukların Gelişimleri Üzerindeki Etkisi

25 Temmuz 2021 Pazar

Hiç yorum yok


 Anne- çocuk ilişkisinden farklı bir pencere açarak bugün sizinle baba-çocuk ilişkisini

konuşmak istiyorum. Doğduğumuz anda bize bakan bir diğer çift göz, babamızdı. İlk 3 yaş

çok hızlı geliştiğimiz bir dönem. 0-3 yaşları arasında, babaların çocuk bakımına katılması ve

çocukla yakın ilişki kurması çocuk gelişimi açısından çok önemlidir.

Çocuklara karşı sevgi, yakınlık ve sıcaklık göstermek, yani onlarla fiziksel yakınlık kurarak

öpmek, sarılmak, kucaklamak ve onlara sevildiklerini söylemek, çocukların sağlıklı gelişimleri

açısından çok önemlidir. Bunun yanı sıra çocuklarla kaliteli zaman geçirmek, onlarla

konuşmak, onları dinlemek anlamına gelir. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki, ebeveynleri ile

daha fazla konuşan ve sohbet eden çocuklar, daha iyi dil ve kelime bilgisine sahiptirler (Farah

ve ark., 2008; O’Connor ve McCartney, 2007; NICHD, 2000). Babaların, küçük yaştan itibaren

çocuklarının bakımı konusunda sorumluluk üstlenmesi, baba-çocuk arasındaki duygusal bağı

kuvvetlendirerek onların bütünsel gelişimlerine katkıda bulunacaktır. Bulgular bize 0-3 yaş

çocuklarının babalarının fiziksel bakım uygulamakta yeterli sorumluluk üstlenmediklerini

göstermiştir. Bu bilgilerden sonuçta; babaların Tv, sosyal medya gibi birçok platformda

bilgilendirilmeli ve çocuklarının özbakımlarını yakından takip etmelilerdir.

Bahsetmek istediğim bir diğer konu da: Babalık İzni. Babalık izninin bilinmemesi ve

kullanılmayışının en büyük sebebi işyerlerinin bu izni vermemesidir. Yasal olarak Devlet

Memurları Kanunu’na göre baba olan kamu çalışanının babalık izin hakkı 10 gün iken, İşçi

Kanunu’na tabi olarak çalışan erkek babanın izin hakkı 5 gündür. Sözleşmeli Personel

Çalıştırılmasına İlişkin Esaslara göre eşi doğum yapan sözleşmeli çalışan 4/B’li personele

eşinin doğum yapması durumunda 2 gün babalık izni verilmektedir.

Finlandiya’nın babalar için izin süresi 6 ay, Norveç’in babalık izni 4 hafta ve İsveç’in her iki

ebeveyn için de izin sınırı 2 aydır. Diğer gelişmiş Avrupa ülkelerinde ise, (Belçika, Fransa,

Hollanda, Portekiz, İspanya ve Birleşik Krallık) 2-11 günlük babalık izni bulunmaktadır.

Babaların doğum sonrası yasal hakları olan babalık iznini kullanması, hem ev içi işlerin

paylaşımını sağlayarak toplumsal cinsiyet eşitsizliği yaratan kalıplaşmış davranış ve

düşünceleri değiştirmek, hem yeni doğum yapan anneye sosyal-duygusal destek vermek,

hem de çocukları ile erken dönemlerde olumlu bağ ve ilişki kurmasını sağlamak açısından

oldukça önemlidir (ILO, 2014). Babalık izni kullanan babaların çocuk bakımı konusunda daha

ilgili oldukları ve sorumluluk aldıkları ve bu babaların çocuklarının, uygulanan bilişsel ve zeka

testlerinde daha başarılı oldukları bulunmuştur (Huerta ve ark., 2013)




Kaynakça

Farah, M. J., Betancourt, L., Shera, D. M., Savage, J. H., Giannetta, J. M., Brodsky, N. L., Malmud, E. K., ve Hurt, H. (2008). Environmental stimulation, parental nurturance and cognitive development in humans. Developmental Science,11(5), 793-801.

Huerta, M. D. C., Adema, W., Baxter, J., Han, W. J., Lausten, M., Lee, R. ve Waldfogel, J. (2013). Fathers’ leave, fathers’ involvement and child development: Are they related? OECD Social, Employmentand Migration Working Papers, No. 140, OECD Publishing, Paris.

ILO (2014). Global Employment Trends 2014. Geneva: ILO.

NICHD Early Child Care Research Network. (2004). Fathers’ and mothers’ parenting behavior and beliefs as predictors of children’s social adjustment in the transition to school. Journal of Family Psychology, 18, 628–638.

O’Connor, E. ve McCartney, K. (2007). Attachment and cognitive skills: An investigation of mediating mechanisms. Journal of Applied Developmental Psychology,28(5), 458-476.

Devamını Oku

Lamb’ın Baba Katılımı Tipolojisi

10 Temmuz 2021 Cumartesi

Hiç yorum yok

 


 Çocukların sağlıklı bir şekilde yetişkin olabilmelerinde en büyük ve en önemli pay aileye düşmektedir.

Çocuğun gelişimsel döneminde aile tarafından yapılan doğru ve yanlışlar güçlü bir belirleyici olup,

çocuğun gelişimini ve hayatını doğrudan etkiler. Bu doğrultuda da anne- baba eğitim programları

oldukça önemlidir. Eğitim sürecinde istenen hedefe ulaşmaktaki en büyük engellerden biri  de

ailenin eğitim sürecine dahil olmamasıdır. Ebeveynlerin her biri çocuğun gelişimsel döneminde

yanında bulunup destek olmalıdır, ailede tek bir kişinin dahil olduğu süreçler sağlıklı şekilde

atlatılmamıştır. Bugün de kalıplarının büyük bir kısmının kırıldığını düşündüğüm baba- çocuk ilişkisi

konuşmak istiyorum. Geleneksel baba rolünde babanın sadece eve maddi açıdan destek olduğu ve

çocuklarla nadiren oyun oynadığı görülüyordu. Dünya’da ve Türkiye’de yapılan birçok araştırma

sonucunda da çocuğun gelişimi sürecinde babanın da anne kadar etkili olduğu görülmüştür. Özellikle

son 30-35 yıl öncesine değin çocuğun gelişiminde babanın varlığı ve etkisi hep dolaylı olarak

incelenmiş, dikkat hep anne çocuk ilişkisine yoğunlaşmıştır. 1980’li yılların ilk yarısından itibaren,

babanın çocuk gelişimi ve aile yaşantısındaki etkileri üzerine yapılan araştırmalarda artış gözlenmeye

başlanmıştır. Lamb’ın ortaya koyduğu Baba Katılımı Tipolojisi, babaların çocuğun gelişimi üzerindeki

etkilerini araştırmayı amaçlayan çalışmalara önemli bir teorik altyapı oluşturmuştur. Lamb, baba

katılımının üç önemli boyutunu belirtmiştir. Bunlardan birincisi, babalarla çocukların birlikte zaman

geçirmesini ifade eden etkileşim; ikincisi, babalar ve çocukların birlikte herhangi bir etkinlik

gerçekleştirmese bile, duygusal ve fiziksel yakınlık içerisinde olması ve babanın çocuğun önceliklerine

zaman ayırmasını ifade eden ulaşılabilirlik; üçüncüsü ise çocuğun mutluluğu ve sağlıklı gelişimi için

babanın sorumluluk üstlenmesi olarak ortaya konmuştur (Ho ve Lamb, 1987; Koçak, 2004). Babalar

için hazırlanmış programların etkileri incelendiğinde, çocukların yetiştirilmesinde babaların olumlu

etkilerinin olduğu, bu programlara katılan babaların çocukları ile olan ilişkilerinde olumlu gelişmeler

olduğu ve kendi babalarının onlara gösterdiği ilgiden daha fazlasını çocukları için gösterme

konusunda istekli oldukları belirlenmiştir (AÇEV, 2017; Cowan ve Bornstein, 1988; McBride ve

McBride, 1990, Uzun 2016).

Adler de ebeveynlerin çocuklarıyla olan ilişkileri, çocuğun kişilik özelliklerinin belirlenmesinde büyük

bir rol aldığını belirtmiştir. Yapılan birçok araştırmaya göre anne-babanın çocuğun gelişimi üzerine

aldığı eğitimlerin ebeveyn- çocuk üzerinde olumlu yönde etki ettiği belirlenmiştir. . Ancak çocuk

bakımı ve eğitimi denildiğinde ilk akla gelen kişi annedir. AÇEV 2017 yılında yapmış olduğu araştırma

sonucunda araştırmaya katılan babaların büyük çoğunluğunun (%91.0) çocuk bakımında birincil

sorumluluğun annede olduğunu düşündüklerini belirtmiştir. Fakat 21. yüz yıldaki sosyal ve ekonomik

gelişmeler sonucunda aile içindeki anne ve babanın rollerinde değişiklik olmasına neden olmuştur.

Kadının iş hayatındaki yerinin artması, bebeğin doğumundan kısa bir süre sonra annenin çalışma

hayatına geri dönmesi babayı çocuğun yaşamında önemli bir konuma getirmiştir (Ekşi, 1990). Ev işleri

ve çocuk bakım konusunda sadece kadın veya anneler yerine eşler/babalarda görevleri üstlenmeye,

dolayısı ile kadın erkek eşitliği algısı toplumlarda yaygınlaşmaya başlamıştır (Coltrane,1995). Buradan

hareketle çocuk bakımında anne ve baba rollerine geleneksel bakış açısından sıyrılarak yeniden

tanımlanması gerekliliği ortaya çıkmıştır.

Çocuğun ilk yıllarında babasıyla kurduğu iletişim çocuğun zihinsel işlevlerini, kişilik özelliklerini ve

cinsel kimliğini etkilediği ortaya çıkmıştır. Çocuğun babasıyla beslenme, oyun vb. konularda kurduğu

iletişim ve etkileşimle beraber çocuğun zeka gelişimiyle birebir paralel olduğu ve babanın çok önemli

rolü olduğu belirtilmiştir.


Kaynakça

AÇEV (2017). Türkiye’de ilgili babalık ve belirleyicileri özet araştırma raporu. İstanbul, Taymaz

Matbaacılık.

Coltrane, S. (1995). The future of fatherhood: Social, demographic and economic influence on men’s

family involvement. (Ed: W. Marsiglio, Fatherhood contemporary theory, research and social policy.

California Sage:Thousand Oaks.

Cowan, C.P. and Bronstein, P. (1988) Father’s roles in the family, implications for research. New York:

A Wiley Interscience publication.

Ekşi, A. (1990). Çocuk, genç, ve anababalar. İstanbul: Bilgi yayınevi.

Mc Bride, B.A. & Mc Bride, R.J. (1990). Rethinking the role of fathers: Meeting their needs through support programs. Illinois Teacher. 33; 89-93.

Devamını Oku

Sevgi ve Onay İhtiyacı

29 Haziran 2021 Salı

1 yorum

 


Çocukların için en temel ihtiyacı sevgi ve onaylanmak olduğunu söylüyoruz. Peki bu ihtiyacı biraz daha derinlemesine incelediğimizde  karşımıza neler çıkıyor:

1944 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde 20 yeni doğmuş  bebek, sadece fizyolojik ihtiyaçlarının karşılandığı bir deneye tabi tutuluyorlar. Teslim edildikleri bakıcılar deney talimatlarınca bu bebeklere sadece onları doyurmak, yıkamak ve bezlerini değiştirmek için yaklaşacak ve bunlar dışında hiçbir şekilde temas kurmayacaklardı. Bakım veren kişilerden iletişim kurmaları istenmedi ve  duygularından arınmış bir robot gibiydiler. Dört ay sonra, bebeklerin yarıdan fazlası çoktan ölmüştü. Bebeklerin ölmesi için fizyolojik hiçbir neden yoktu; öldüklerinde hepsi son derece sağlıklıydı. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan bebeğin - fiziksel ihtiyaçları eksiksiz karşılandığı halde – ölme ihtiamali yüzde yüze yakındır. Yaşamın ilk yıllarında hava, su kadar sevgi ve onay ihtiyacına muhtacız. Çocuk bu sevgi ve onay ihtiyacını karşılayamazsa gerçekten ölür. 

“İstenen bir bebek miydiniz?” sorusu psikoterapide sıkça sorulan sorulan bir soru haline geldi. Çünkü istenip istenmediğini fetüsün yaşamaya başladığı andan itibaren bildiğini ve istenilmemeye karşı ise duyarlı olduğunu biliyoruz. “Hayatta kalma içgüdüsü” (survival instinct) her canlının içinde bulunuyor ve anne- baba tarafından sevgi ve kabule muhtaç olduğumuz bu sezgiden kaynaklanıyor. Alice Miller, istenmeyen çocukların büyüdüklerinde kendi yaşama ihtiyaçlarında hep korktuklarını bedende ise bu korku ve gerginliği bastırarak sürdürdüklerini anlatıyor. Daha şaşırtıcı bir durum ise henüz anne karnındaki çocuklar üzerinde yapılan elektronik ölçümlerle çocuk hem sevgiyi hem de kötü muamaleyi en başından beri hissetmektedir.

Bu bağ doğduğu anda beyinde nasıl gerçekleşiyor?

Çocuk doğduğu andan itibaren frontol lobu bakım veren kişiye bağlı olarak dünyaya geliyor. Bu ne demek? Sen onun yerine karar verebiliyorsun, onun yerine düşünebiliyorsun, tecrübelerini anlatabiliyorsun, doğruyu yanlışı öğretiyorsun kısacası kişiliğini şekillendiriyorsun. Şöyle düşünmeye çalışalım: Bu canlı gördüğü her şeyi ilk kez görüyor, yaşadığı her şeyi ilk kez tecrübe ediyor ve bizim yönlendirmemiz olmadığı sürece ne hissetmesi, ne düşünmesi gerektiğini dahi akıl edemiyor. Doris Brett, Annie Stories isimli kitabında küçük çocukların banyoda ağlamasının nedeninin suyla birlikte banyo deliğinden kayıt gitmek olduğunu anlatır; çünkü “tahliye borusu suyu bu kadar korkutucu bir güçle soğurabiliyorsa, onları da kolaylıkla yutabilir.”  Biz yetişkin bakış açısıyla bakar ve çocuğa sudan korkmamasını öğütleriz. Çocukta düşünülen ve düşündüklerini ifade edebilen bir mekanızmayı tetikleyemezsek çocuk tepkisiz kalacaktır. 

Anne- baba olarak görevimiz, banyoda ağlayan çocuğumuzun aslında su gideri tarafından yutulmaktan korktuğunu anlayabilmek değildir. Çocuğumuzun bizden istediği onun sesine kulak verebilmek, kendi sesini duyurabilecek kanallar yaratmaktır. Çocukların önlerindeki taşları kaldırmak yerine onlara taştan nasıl atlanılacağı gösterip engellerle karşılaştığında yanında olabilmektir. Korumacı bir ebeveyn olup çocuğu tüm engellerden korumaya çalıştığımız takdirde en çok zararı çocuğumuza biz vermiş oluyoruz. Araştırmalar sonucunda ebeveynler olarak kendi çocukluğumuzda yaşayamadığımız birçok duygu durumunu aşırı sevgi ve korumacı tavır sergileyerek bastırdığımız açıklanmıştır. Çocuğumuz bizden farklı bir birey ve kendi yolunda ışığını bulmaya çalışıyor.

Bırakalım ki kendi ışıklarını bulabilsinler.

Sevgilerle...

Devamını Oku