Biriyle bir yıl sohbet etmek yerine;
bir saat oyun oynarsanız daha iyi tanırsınız, demiş Platon. Oyun terapisi de aslında
oyunlaştırmanın gizli bir kapısı. Oyun terapisiyle birlikte birçok sorunun
açığa çıktığı, travmaların çözüldüğünü görüyoruz.
Oyunlaştırma kelimesinin isim babası olarak bilinen Gabe Zichermann,
“Oyunlaştırmanın %75’i psikoloji, %25’i teknolojidir” sözü de oyunlaştırmanın
sosyal, duygusal gelişimimizi destekleyici olduğuna dair en iyi örneklerdendir.
Yukarıda
gösterdiğimiz tablo Yu-kai Chou’nun
Oyunlaştırmanın 8 temel duygusudur. Burada oyun oynarken başarma, anlam
arayışı, güçlenme, sahiplik gibi olumlu duygular ararken, kaçınma, azlık,
belirsizlik, sosyal etki gibi kavramlarda da önümüze çıkıyor. Oyun oynamanın
duygularla birebir örtüştüğünü Phillip Toledono’nın oyun oynayan insanları
fotoğrafladığı karelerden de anlayabiliyoruz.
Peki
insanlar oyun oynamayı neden bu kadar seviyor?
“Oyunlaştırmanın
özü akıştır ve akıştaki en güzel ödül, bir sonraki görevdir, diye yanıtlamış
Ercan Altuğ Yılmaz.
Akış ise insanın en verimli olduğu andır. Oyunlaştırma başlı bakışına bir akış sistemidir ve bizim en önemli ödülümüz o akışta kalabilmektedir. İçimizdeki motivasyon, dışarıdaki dışsal ödülden çok daha değerlidir. Ödülleri de içsel ve dışsal olarak 2’ye ayırıyoruz:
Dışsal ve
içsel motivasyondan bahsederken Nihan Kaya’nın İyi Aile Yoktur kitabında
bahsettiği Psikanalist Ronald Britton’ın
‘the other room’ (öteki oda) kavramıyla bağdaştırdım. Ronal Britton’ın
en güzel oda, karşı oda; en güzel parti çağrılmadığımız parti olduğu ve o
partiye çağrıldığımız takdirde de en güzel partinin yan odadaki parti olacağını
söylüyor. ‘Öteki oda’ sendromu çocukluk döneminde merkezin içimizden dışa
taşınmış olmasından kaynaklanıyor. Merkez olması gerektiği gibi içimizde
kalsaydı, kendi benliğimizdeki motivasyon kendini dışsal etkilere bağlı
kalmadan tekrarlayacaktı. İçsel motivasyon parayla satın alabileceğimiz
özellikler değildir.
Huizinga
Golden Circle (Sihirli Çember) ‘de ise gerçek dünyanın korkular, belirsizlikler
ve birçok sorumlulukla dolu olduğunu; sihirli çemberde ise hayallerimiz, meydan
okumalarımız, kendi istek ve arzularımızın olduğunu, sihirli çember ve gerçek
hayat bütünleştiğinde hayattaki deneyim ve anlam arayışımızın oyunlaştırma
yoluyla eyleme geçtiğini anlatıyor.
Huizinga’ya
göre oyunun gerilim ve sevinç duygusuyla
alışılmış hayattan, başka türlü olmak yolunda bize eşlik ettiğini söylüyor.
Hayat bir oyun, bu uzun soluklu yolculukta umarım herkes kendi sihirli çemberini keşfedip, yolculuğunun anlam arayışını kısa süre bulur.